Bu Blogda Ara

11 Temmuz 2014 Cuma

FİNANS ŞİRKETLERİ İÇİN BASINLA İLİŞKİLER KILAVUZU



Eski bir borsacı, son mesleği finans gazeteciliği olarak hem kendi işimi kolaylaştırmak, hem de finans şirketlerinin PR hedeflerine daha kolay ulaşmaları konusunda yardımcı olmak için bu yazıyı kaleme aldım.

Türkiye’de ekonomi basını için The Wall Street Journal’ın, Türkçe yayına başlaması önemli bir adımdır. Al-Jazeera gibi uluslararası kuruluşların açtıkları Türkçe sitelerle WSJ’yi takip etmesi, diğer büyük yabancı yayınların da bu trendi takip edeceğini gösteriyor. Kulislerden duyduğum birkaç büyük medya şirketinin bu yolda olduğu.

Bu kurumların Türkiye’de giderek çoğalması, ekonomi basının kalitesini yukarı çekecektir. O yüzden de maalesef yerleşik olan “Ben gazetecileri iki yemeğe, bir tatile götürür, haberimi yazdırırım” anlayışı giderek PR hedefleri için zarar verici olmaktadır.

Geçmişte kendi çalıştığım kurumlardan yola çıkarak, yabancı basın kuruluşlarının etik anlayışlarını anlamak, bu mecralarda çalışan gazetecilerle ilişkiniz için önemlidir.

Prestijli yabancı kuruluşlar, muhabirlerinin yemek, tatil, pahalı hediye almasını yasaklamaktadır. PR departmanı olarak tamamen masumane de olsa bu tekliflerle gitmeniz, şirketinize olan güveni ve saygıyı zedeler. Şirketinizde çalışan yöneticilerin, ekonomistlerin, analistlerin inandırıcılığını azaltır.

Yabancı medya kuruluşların mali güçleri ve muhabirlerine verdikleri maaş, baskıyla haber yaptırma/haber çıkartma seçeneğini de ortadan kaldırıyor. Yerli basında tercih edilen bu yaklaşım tarzı, yabancı basınla çok kötü sonuçlar doğuruyor. Çalıştığım kurum ilk Türkçe yayına başladığında, bu yaklaşımı deneyen şirketler oldu. Onları ayrı bir vaka çalışması olarak ilerde yazabilirim.

“Zaten gazeteyi ben bastırıyorum” ya da “Ben reklam vermesem o site batar” yaklaşımı yabancı medya kuruluşlarına sökmüyor. Birçoğunun aylık geliri, sizin şirketinizin yıllık gelirinin üzerinde. Hatta bu tarz “Ala-Turca” bir yaklaşım, şirketinizin açıklarının daha bir hevesli şekilde araştırılması konusunda teşvik edici olacaktır.

Mahkemeye verir, uğraştırırım yaklaşımı da şirketiniz için riskli olabilir. Çünkü gene bu yabancı yayıncı kuruluşlarının hukuki gücü takdire şayan. Ava giderken avlanmayın. Avukatların faturası da cabası.

Son olarak yabancı şirketlerle çalışan, yabancı sermaye çekmeye çalışan bir finans şirketiyseniz, basınla ilişkilerinize ciddi dikkat etmeniz gerekiyor. Türkiye’de yatırım yapacak, Türkiye’de iş yapacak yabancılar, güvendikleri gazetecilerin fikirlerini dikkate alıyor. Bir gazeteciyle 2 yıl önce yaşadığınız bir tatsızlık gelecek yıl çekebileceğiniz milyonlarca dolarlık sermayenin uçup gitmesine neden olabilir.

İŞİN BASIN TARAFI: GAZETECİ NE İSTER?
Her gazeteci öncelikle haberlerinin çok okunmasını ve gündemi yaratmasını ister. Bunu sağlaması için ekonomi haberine şu baharatları atmak ister:

  1. İlgi çekici olmalı
  2. Bilgilendirici ve kaliteli olmalı
  3. Kendisinin ve kurumunu prestijini bir adım daha öteye taşımalı

FİNANS ŞİRKETİ OLARAK NASIL BİLİNİRLİK SAĞLAR, PRESTİJİNİZİ YUKARI ÇEKER, PR HEDEFLERİNİZE ULAŞIRSINIZ?

Ayrı bir kitap konusu olacak bu konuyu özetleyeyim:

1) YAZILMAYA VE ANILMAYA DEĞER OLUN
Bunu sağlamanın direk yolu güçlü araştırma yayınları ve günlük raporlardır. Eğer elemanlarınızın raporları, araştırmaları güçlüyse rağbet görüyor.

Güçlü bir araştırmanın anahtarı ise bilinmeyeni fark ettirmesi, tezini güçlü verilerle desteklemesi, anlaşılır olmak için görsel olarak anlamlı yayınlar yapmaktır. Konuya hakim bir ekonomi yazarı sizin araştırmanızdaki açıkları yakalar, yada raporunuzdaki dediklerinizin tam tersini söyleyen rakip finans şirketinin raporunu haber yapması, rekabette sizi geriye iter.

Araştırma raporlarında öngörülerin yanlış çıkması bu işin "fıtratında" var. Bunda korkulacak bir durum yok. Öngörülemeyen piyasa ve siyasi gelişmeler hep olacak, sizi zaman zaman yanlış çıkaracaktır. Ancak raporlarınzda savınızı destekleyecek neden-sonuç ilişkileri bulunması imajınızın zarar görmesinin önüne geçecektir.

Bu yayınların hazırlanma sürecinde araştırmanın çıkmasını istediğiniz medya kuruluşu ile temasta olun. Gazeteciler için hangi verilerin önemli olduğunu, hangi verilerin araştırmada yer almasını istediklerini öğrenin.

Hatalarınızı kabul edin. "Biz belli bir gelişmeyi öngöremedik" demek sizi kötü bir duruma sokmaz. Tam tersine yatırımcılar hatalarını kabul eden şirketlerle çalışmak ister.

2) HANGİ MEDYA MECRASINI HEDEFLEDİĞİNİZE KARAR VERİN
Çok somut örnek vermek gerekirse, TV kanalları teknik analiz yapıyorum diye fiyat grafiklerinin üzerine örümcek ağları çizen analistleri tercih ederken, WSJ, Bloomberg gibi bir yerde bu analizlere sadece gülüyorlar.

Dünyanın önde gelen kurumlarında çalışan bir gazetecinin “Oha! Bugün enflasyona bile teknik analiz yapanı gördüm,” tweeti durumu özetleyebilir. Analistleriniz ne yaptığını bilmiyorsa, alay konusu olabilirsiniz. Eğer bu örnekte olduğu gibi saygın bir gazeteci analistinizi eleştiriyorsa, kurumunuzun saygınlığı için ciddi zarar verici olabilir.

3) SİZİN İÇİN HABER OLAN, HALK İÇİN OLMAYABİLİR
Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birisiyle yaptığım mülakat sırasında, bana “Biz şirket olarak Van’daki küçük kızlarla bir sürü etkinlik düzenliyoruz, bunlar neden sizin gazetenizin yabancı mecrasında yer almasın ki?” sorusu sorulmuştu. Bu şirketin uluslararası basından sorumlu üst düzey yöneticisinin hatası olaylara tamamen kendi penceresinden bakıyor olması. Kendisine bazı PR çalışmalarının, “ne yaparlarsa yapsınlar haber olamayacağını” nazik bir dille söyledim. Bu dürüstlüğüm bana bol kazançlı bir işe mal olsa da gerçek bu. Bu yönetici türü yukarlarda saydığım “reklam veriyorum, köpek gibi haberimi yapacaklar” düşünce tarzında olan birisi. 10 yıllardır içinde bulunduğu oyunun artık kurallarının değiştiğini farkında değil. Bu yüzden de yurtdışında bilinirlik yaratmasının mümkünü bulunmuyor.

4) EV ÖDEVİNİZİ YAPIN
Eğer haberinizin yayınlanmasını istiyorsanız, ev ödevinizi yapmak zorundasınız. Bilgisi derin analistlerle çalışmak, güçlü araştırma raporları yayınlamak ve gazetecilerle dürüst, güvene dayalı bir köprü kurmak zorundasınız.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Umut Oran: Erdoğan Cumhurbaşkanlığı, vatandaş borç derdinde



CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, ekonominin son durumuyla ilgili detaylı bir rapor yayımladı. Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı ise sert sözlerle eleştirdi.


ERDOĞAN ÇANKAYA’YA KAPAĞI ATMA DERDİNDE
VATANDAŞ GIRTLAĞA KADAR BORÇ BATAĞINDA

  • Cumhurbaşkanlığı’na kendi kendini aday gösteren Tayyip Erdoğan, üç dönemlik başbakanlığı süresindeki ekonomi politikalarıyla devleti, özel sektörü ve vatandaşları gırtlağına kadar borca soktu.
  •  Erdoğanlı yıllarda kamunun toplam borcu net 378,8 milyar lira artarak 257 milyar liradan 636 milyara yükseldi. Başka deyişle ilk 80 yılın sonundaki borç bakiyesi 257 milyar lira olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son 11.5 yılda bunun yaklaşık bir buçuk katı kadar net borçlanmaya gitti, toplam borç 2.5 katına çıktı. 
  • Kamu ve özel sektörün 2002 sonunda 129.6 milyar dolar olan toplam dış borcu, 386.8 milyar dolarla üçe katlandı.
  • 2002’de 3.896 TL olan kişi başına kamu borcu, Erdoğan’la 8.296 TL’ye, kişi başına 1.963 dolar olan dış borç ise 5.045 dolara çıktı.
  • Buna karşılık Erdoğanlı yıllarda ekmek fiyatı ikiye, benzin üçe katlandı, asgari ücretin alım gücü yaklaşık 7 çeyrek altından 5’e düştü.
  • Sürekli borçlanmaya ve tüketmeye teşvik edilen vatandaşların kredi borçları 127 kat artışla 1.9 milyardan 253 milyara, kredi kartı borçları da 4.3 milyardan 77.7 milyara yükseldi. 2.5 milyon kişi borcunu ödeyemediği için kara listeye girmiş durumda.
  • Erdoğan döneminde kârın yurt dışına aktarılması teşvik edildi. Aralık 2002-Nisan 2014 arasında dış kredilere ödenen faizler, yabancıların Türkiye’deki doğrudan yatırım ve portföy yatırımlarından elde ederek ülkelerine aktardıkları kârlar ve Türkiye’de elde ettiği ücret ve primlerden aktarmalar şeklindeki toplam kaynak transferi 170 milyar doları aştı.
  • Şimdi Köşk’e kapağı atıp ülkeyi oradan yönetmeye, kendi tek adam rejimini tahkim edip resmileştirmeye niyetlenen Erdoğan, dokunulmazlık zırhı sayesinde, yaptığı onlarca yolsuzluğun cezai sorumluluğundan da kurtulmayı planlıyor.
  • Erdoğan’ın ekonomide bıraktığı saatli bombanın bedelini ise 77 milyon ödeyecektir. Bu enkazın ciddi siyasi ve sosyal sonuçları olacak, bu yük uzun yıllar halkın ve devletin sırtında kambur olmaya devam edecektir.
  • Erdoğan “borç yiğidin kamçısıdır” sözünü ezberlemiş, ama koca Türkiye “borç yiyen kesesinden yer”in canlı örneği haline geldi, bunu gizliyor. Borç yiğidin kamçısı değil Türk ekonomisinin yumuşak karnıdır! Kendisine bir de “Borç ağır bir yüktür” Hadis-i Şerifini de hatırlatalım belki üzerinde etkisi olur.

Erdoğan, üç dönem yaptığı başbakanlık görevinin ardından şimdi kendi kendini Cumhurbaşkanlığına aday göstererek Çankaya’ya kapağı atmaya hazırlanıyor. Başbakanlığı süresince içeride toplumu kutuplaştıran, ülkeyi bölünme noktasına getiren, dış politikası ile Türkiye’yi adeta tüm dünya ile düşman eden Erdoğan, ekonomide de izlediği sıcak paraya ve borçla tüketime dayalı politikaların sonucu olarak patlamaya hazır bir saatli bomba niteliğinde devasa bir borç batağıbırakıyor.

11.5 YILDA DEVLETİ NET 379 MİLYAR LİRA BORÇLANDIRDI

Kamunun 2002 sonunda 155 milyar lira olan iç borç stoku 11.5 yılda 436,3 milyar liraya çıkarak üçe katlandı. Aralık 2002- Mart 2014 döneminde 102 milyar liradan 199.6 milyara çıkan dış borçla birlikte kamunun toplam borç yükü yaklaşık bir buçuk kat büyüyerek 257 milyar liradan 636 milyar liraya ulaştı. Buna göre toplam kamu borcu 2002-2014 döneminde net 378,8 milyar lira büyüdü. Başka deyişle ilk 80 yılın sonundaki borç bakiyesi 257 milyar lira olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son 11.5 yılda bunun yaklaşık bir buçuk katı kadar net borçlanmaya gitti, toplum kamu borç stoku 2.5 katına çıktı. 

11.5 YILDA DIŞ BORÇ 3’E KATLANDI…

Erdoğan’ın başbakanlığında Türkiye, dış borçlanma rekoru kırdı. Ülkenin 2002 sonunda 129.6 milyar dolar olan toplam dış borcu, Mart 2014 itibariyle 386.8 milyar dolara çıktı. AKP döneminde, Cumhuriyetin ilk 80 yılında oluşan stokun iki katı kadar net dış borçlanmaya gidildi. Başka deyişle 80 yılın sonundaki dış borç bakiyesi son 11.5 yılda üçe katlandı. 386.8 milyar dolarlık dış borcun yaklaşık 117 milyar doları kamuya, 4.9 milyar doları Merkez Bankası’na, 264.9 milyar dolarla en büyük bölümü ise özel sektöre ait bulunuyor. 11.5 yılda kamunun dış borcu yüzde 81 büyürken, özel sektörün dış borcundaki büyüme 515 kata ulaştı. AKP’nin işbaşına geldiğinde kamu finansmanını dış borç yerine ağırlıkla iç borçla döndürmeye ağırlık vermesi, kur garantisi vererek özel sektörü dışarıdan borçlanmaya teşvik etmesi bu kesimin dış borcunu patlattı. Bankalar başta özel sektör dışarıya, kamu ise daha çok içeriye borçlu hale geldi.

VATANDAŞIN KREDİ BORCU 127 KAT, KART BORCU 17 KAT BÜYÜDÜ

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının sonunda 1.9 milyar lira dolayında bulunan toplam tüketici kredileri, aradan geçen sürede tam yüzde 12 bin 743 (127.4 kat) artarak bu yılın Nisan sonunda 253.4 milyar liraya ulaştı. Bunun 112.1 milyarını konut, 7.7 milyarını taşıt kredileri, yaklaşık 133.6 milyarını da diğer krediler oluşturuyor. AKP’nin, ekonominin lokomotifi olarak gördüğü ve aynı zamanda en büyük yolsuzluk alanlarının başında gelen inşaat sektörüne verdiği olağanüstü kamu desteğinin de etkisiyle, tüketici kredileri içinde en hızlı artış 420 katla konutta gerçekleşti.

Aynı dönemde bireysel kredi kartı borçları da yüzde 1.692 oranında (16.9 kat) artarak 4.3 milyar liradan 77.7 milyara yükseldi. Böylece tüketici kredileri ve bireysel kredi kartı borçlarının bileşimi olan toplam hane halkı borç yükü, 51.5 kat büyüyerek 6.3 milyar liradan 331.1 milyara yükseldi. Bu dönemde haneler 324.8 milyarlık net borçlanmaya gittiler.

Halkın borçla tüketime şartlandırıldığı AKP döneminde kredi kartlarının sayısında adeta patlama yaşandı. 2002 sonunda 15 milyon 705 bin 370 adet olan dolaşımdaki toplam kredi kartı sayısı, yüzde 265 artışla Mayıs 2014 itibariyle 57 milyon 317 bin 236 adede ulaştı. Buna göre AKP döneminde vatandaşların cebine net 41 milyon 611 bin 866 adet yeni kredi kartı konuldu. Öte yandan Mayıs 2014 itibariyle tüketici kredisi ve/veya kredi kartı borcunu ödemediği için kara listeye alınan 2.5 milyon vatandaş bulunuyor. Kara listedekilerin sayısı son 4 yılda 5’e katlanmış durumda.

BORÇ BATAĞI NASIL OLUŞTU?

Erdoğan hükümetlerinin izlediği politikalarla Türkiye ekonomisi, sıcak para ve borçlanma şeklinde dış kaynağa aşırı bağımlı hale getirildi. Tatlı kârı gören sıcak para geldikçe ekonomi çarkı döndü. Ekonomide canlılık, yoğun sıcak para girişleri ve bankaların yurt dışından borçlanıp bununla içeriyi fonlaması sayesinde sürdürüldü. Bu kadar dış kaynak bolluğuna rağmen 2003-2013 dönemindeki ortalama büyüme sadece yüzde 4.9’la vasat düzeyde kaldı. Kâğıt üzerinde kaydedilen büyümeler de istihdam yaratmadı, işsizlik sorunu çözülemedi.

İşsizlik kronikleşti, reel ücretler geriledi, gelir dağılımı bozuldu, buna rağmen tüketici kredisi ve kredi kartları üzerinden henüz kazanılmamış gelirlerle, yani borçlanarak tüketen vatandaşlara, sanal bir refah ve zenginleşme algısı yaşatıldı ve bu da oya tahvil edildi.

Halk sürekli borçla tüketmeye teşvik edildi; bankaların yurt dışından borçlanarak sağladığı kaynaklar özellikle inşaat gibi belli sektörler yanında en çok tüketiciye pompalandı. Bankacılık sektörünün kaynak bombardımanına tuttuğu iç tüketim canlandıkça, ithalat, dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari açık patladı. Kışkırtılan tüketim, tüm kesimleriyle ülkeyi ağır bir borç yükünün altına soktu.

Sonuçta vatandaşlar bankalara; bankalar ve şirketler yurt dışı kreditörlere, devlet ise hem yurt içi hem yurt dışındaki borç verenlere gırtlağına kadar borçlu hale getirildi. 2002’de 3.896 TL olan kişi başına kamu borcu, Erdoğan’la 8.296 TL’ye, kişi başına 1.963 dolar olan dış borç ise 5.045 dolara çıktı.

Açık tüketici kredisi bulunanların sayısı 2002-2014 döneminde 1.7 milyondan 14.7 milyona yükseldi.

Erdoğanlı yıllarda ekmek fiyatı ikiye, benzin üçe katlanırken, asgari ücretin alım gücü yaklaşık 7 çeyrek altından 5’e düştü.

GELİNEN NOKTA: GELİR EŞİTSİZLİĞİNDE OECD 3’ÜNCÜLÜĞÜ

Tayyip Erdoğan, siyaset ve ekonomide kendisine yöneltilen tüm eleştirilerde “ekonomideki başarımızı çekemiyorlar” yalanına sarıldı ve ortaya çıkan tüm başarısızlıklarını “faiz lobisinin komplosuna” bağladı. Oysa TÜSİAD tarafından yaptırılan gelir dağılımı araştırması, yaklaşık 12 yıldır Tayyip Erdoğan tarafından yönetilen Türkiye’nin, OECD ülkeleri arasında Meksika ve Şili’den sonra gelirleri en eşitsiz dağılan 3. ülke olduğunu ortaya koyarken,  2007-2011 döneminde açık farkla gelirleri en fazla artanın, faiz geliri elde eden kesim olduğunu gösteriyor.  Araştırmaya göre ülkedeki tüm ekonomik kesimlerin toplam geliri söz konusu dönemde yüzde 2.4 arttı. Bu kesimler içinde işçi ve memurların oluşturduğu emek kesiminin gelirleri yüzde 3.7, tarım müteşebbislerinin gelirleri yüzde 8.5, diğer müteşebbis gelirleri yüzde 4.8, emekli gelirleri ise sadece yüzde 1.6 artarken, Erdoğan’ın “faiz lobisi” diye adlandırdığı kesiminin gelirlerinde tam yüzde 45.6 artış yaşandı.

KÂRIN YURTDIŞINA AKTARILMASI TEŞVİK EDİLDİ

Erdoğanlı yıllarda, yabancıların kârı yurt dışına aktarması teşvik edildi. 2002 sonundan bu yılın Nisan sonuna kadar olan dönemde dış kredilere ödenen faizler, yabancıların Türkiye’deki doğrudan ve portföy yatırımlarından elde ederek ülkelerine aktardıkları kârlar ve Türkiye’de çalışan yabancıların elde ettiği ücret ve primlerden aktarmalar şeklinde yapılan toplam kaynak transferi 170 milyar doları aştı. Bu dönemde; dış kredilere ödenen faiz 104.8 milyar, sıcak paracıların Borsa ve DİBS’teki portföy yatırımlarından kazanarak ülkesine yaptığı transferler 38.2 milyar, doğrudan yatırımlardan elde edilerek aktarılan kârlar yaklaşık 25.5 milyar ve maaş-primlerden yapılan aktarma 1.7 milyar dolara ulaştı.

13 Haziran 2014 itibariyle Türkiye’de Borsa, DİBS, eurobond ve mevduatta park etmiş 144 milyar dolarlık bir portföye sahip bulunan yabancılar parayla para kazanıp, kârını ülkelerine aktarmaya devam ediyor.

BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI DEĞİL EKONOMİNİN YUMUŞAK KARNIDIR!

Sonuç olarak Erdoğan’ın ekonomi politikaları Türkiye de her alanda EŞİTSİZLİĞİ ciddi oranda arttırdı. Gelir artışının %90’ı en yüksek gelire sahip %5’lik kesime gidiyor. Türkiye’de fırsat eşitsizliği ve gelir dağılımı eşitsizliği öncelikle ele alınması gereken en önemli konulardandır. Erdoğan’ın ekonomi politikaları sonucunda BORÇLANMA / DIŞ TİCARET AÇIĞI / CARİ AÇIK / İŞSİZLİK ve YOKSULLUK çok büyük artış kaydetmiş ve kronik sorun haline gelmiştir. Türkiye’nin sırasıyla eğitim, sağlık, adalet, güvenlik, iş bulma ve fırsat eşitliğinde yeni bir sayfa açması gerekmektedir. Ayrıca her alanda eşitsizlik giderilerek yeni bir kalkınma hikâyesi yazılmalıdır. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda BORÇ KRİZİNE sürüklenmemesi ancak üretim eksenli yeni bir kalkınma paradigmasının inşasına ve tasarruf oranlarının arttırılmasına bağlı gözükmektedir. Bu yeni kalkınma stratejisi için bilim ve teknoloji politikalarının planlı bir şekilde hazırlanıp üretim yapısının dönüştürülmesiyle Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkmasında yararlı olacaktır. Bu bağlamda özellikle temel bilimlere yönelik eğitim yatırımlarının kamu tarafından planlı bir şekilde ele alınması yararlı olacaktır. Erdoğan “borç yiğidin kamçısıdır” sözünü ezberlemiş, ama koca Türkiye “borç yiyen kesesinden yer”in canlı örneği haline geldi, bunu gizliyor. Borç yiğidin kamçısı değil Türk ekonomisinin yumuşak karnıdır! Kendisine bir de “Borç ağır bir yüktür” Hadis-i Şerifini de hatırlatalım belki üzerinde etkisi olur.

4 Nisan 2014 Cuma

FIBONACCI ALARMI: BIST 100, Mayıs'tan sonraki kayıplarının yarısını telafi etmek üzere


Teknik analizci değilim...

Ancak Fibonacci seviyelerini bazı yatırımcılar takip ediyor. O yüzden altını çizmekte fayda var.

BIST 100 Endeksi Mayıs zirvesinden sonraki kayıplarnın yarısını telafi etmek üzere. Teknik analizciler için ilk toparlanmada kayıpların yarısını telafi etmek önemli...

Söylemek benden, yorumlamak yatırımcılardan.

2 Nisan 2014 Çarşamba

1 ayda 10.000 puan yükseldikten sonra borsa soluklanıyor



Son bir ayda yüzde 13’ün üzerinde yükselen borsa Çarşamba günü yükselişini dördüncü gününe taşımakta zorlanıyor.

JP Morgan’ın Türkiye ve Rusya için “Piyasa altı getiri” beklentisini yinelemesi de borsanın hız kesmesinde etkili oldu.

Foreks habere göre JP Morgan’ın uyarısı şu şekilde:
“JP Morgan, dün yayınladığı Orta-Doğu Avrupa, Ortadoğu, Afrika (CEEMEA) bölgesi strateji raporunda, Türkiye ve Rusya hisse senetleri için 'ağırlığını azalt' tavsiyesini korudu.
JP Morgan, Türkiye ve Rusya piyasalarında yaşanan toparlanmaların sürdürülebilir bir performans haline gelmesinin muhtemel olmadığını düşündüklerini belirtti. JP Morgan, artan faizler ve kötüleşen büyümeye dikkat çekerken, politik risklerin azalmasını beklemediğini de vurguladı.”

2 Ocak 2014 Perşembe

İddia edilen ABD'nin Türkiye'ye komplosu gerçek olabilir mi? Bir komplonun ekonomik analizi


Türkiye’de 17 Ağustos’tan beri devam eden yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla birlikte, hükümet soruşturmanın, Gezi Parkı ardından yapılan ikinci bir darbe girişimi olduğu söylemini benimsendi. Bu darbe komplosunun ardında ise ABD ve Israil koalisyonu olduğu belirtildi.

Ekonomik açıdan hükümetin bu iddiasının doğru olup olamayacağını test etmek gerekiyor.

Türkiye’nin ABD ile ticaret hacmi 2008 yılından 2012 sonuna kadar yüzde 21 artarak 19,7 milyar dolara ulaştı. ABD’den 2012’de alınan malların toplamı 14 milyar dolar olurken, ihracat 5,6 milyar dolardı.

Invest.gov.tr sitesinde yer alan Hürriyet’in haberine göre Türkiye’de 2007’den Aralık 2012’ye kadar 400 yeni ABD şirketi açılırken, toplam Amerikalı şirket sayısı 1200’e ulaştı. 

Türkiye’de Microsoft, Procter and Gamble, IBM gibi dev şirketlerin yatırımı bulunuyor.
Gezi parkı olaylarından önce yabancıların elinde bulunan hisse senedi stoku 80 milyar dolar, DIBS stoku 71,8 milyar dolar, REPO ise 12,6 milyar dolardı. Yani yabancıların elinde 164,4 milyar dolardı. Yaşanan politik çalkantılarla yabancıların varlıkları yüzde 25 eridi.

ABD’de politik sistemin belkemiği lobiciliktir. Şirketler, kendi faydalarına olacak kanunları lobiciler aracılığıyla geçirmeye çalışarak, yurt dışındaki yatırımları da maksimum garantiye almaya çalışırlar.

ABD’de şirketlerin neden ticaretlerini, yatırımlarını ve girişimlerini Türkiye’de yaşanacak politik bir karmaşa ile riski atmak isteyecekleri benim anlamayacağım bir konu.

İkinci olarak dünya piyasaları artık çok karmaşık ve birbiriyle bağımlı oldu.  Bir ülkede yaşanacak ekonomik kriz, ormanda başlayan bir yangına benzer.  Ormanda başlayan bir yangını kontrol altına almak, çevrede bulunan yerleşim yerlerine sıçramasını engellemek zordur. Türkiye’de başlayacak krizin aynen 1998 yılında Tayland’da başlayan kriz gibi dünyanın geneline sıçramasına engel olabilmenin imkanı neredeyse yoktur. ABD ve İsrail daha küresel ekonomik düzelme kırılgan iken kendilerine de sıçrayacak bir ekonomik krizi neden çıkartmak istesin?

Üçüncü olarak ABD ve İsrail’in başka bir ülkede kriz başlatmaya yetecek ekonomik ve siyasi etkinliği olduğu da başka bir tartışma konusudur. Tüm ülke istihbaratları birbiriyle bilgi paylaşımı yapar, birbirinden habersiz olarak enformasyon elde etmeye çalışır. Ancak ülkelerin başka bir ülkedeki gelişmeleri ordu ve ekonomik ambargolar kullanmadan ne kadar engelleyebildiği ve ya başlatabildiği ayrı bir analiz konusudur. 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Why Turkey is headed for Stagflation?

-  The views written in this post are strictly mine and doesn’t reflect the views of the institution I work for

After Turkey’s Central Bank (TCB) governor had tried to calm down the markets on Tuesday after lira traded record lows against US dollar and Euro, he unintentionally made the situation worse. Turkish lira slumped even more probably making the day “Black Tuesday” for Turkish market.

Başçı openly challenged the 4-trillion-a-day market openly while resisting an interest rate hike which left everyone scratching their heads. Turkish lira almost lost 763 basis points in 2 days despite his forecast of USD/TRY at 1,92 year’s end.

Turkey has a large trade and current account deficit. Most of the imports are comprised of energy commodities like oil or natural gas. Lira losing value makes these commodities more expensive for the domestic consumer. Oil prices rising due to Syrian conflict is not helping Turkey either.

It is obvious by now that TCB has shifted its focus to growth from inflation. Weak Turkish lira will force inflation to go higher due to large imports of Turkey. Central Bank should be hoping by resisting a rate hike which will keep the consumer credit rates at record low levels, the growth won’t be tapered.

Second, high energy prices will be a hurdle for growth as well as causing domestic prices to rise. Analyst expected Turkey to grow around 3 – 3.5% this year, a little higher compared to unimpressive 2012 growth rate of 2.2%.

The credit-pumped companies and foreign capital addicted banks will be shaken by the weak lira which will be difficult for them to grow, invest and hire employees.

Moreover the Syria situation gets more complicated for Turkey. As the government shows its willingness to interfere in Syria, it will be likely be an active player which makes things even more complicated for Turkey. If the conflict turns really sour for the region and Western powers unable to oust Esad quickly, Turkey will be a close target for the Esad regime, Islamist fundamentalists groups and likes of Hizbullah and Iran.
These economic and political risks are likely to cap the hiring in Turkey which then can cause the unemployment rate to rise.


As a result Turkey can be faced with high inflation and a high unemployment rate.

Rising oil prices can postpone Fed tapering

-This is the translation of  WSJ blog post that appeared on 8/28/2013

While Western intervention to Syria is now almost certain, rising oil prices due to the conflict can make Fed to postpone its decision to lower monthly 85 billion worth of asset purchases.

Is Investment ICM manager Şant Manukyan warns if the oil prices moves from 110 dollars a barrel to 140 dollars, it can be a hurdle for global growth. “This can leave Fed’s tapering out of market focus”, said Manukyan to Wall Street Journal.

During the era where Arab Spring spread to Libya and Muammer Gaddafi being ousted the Brent price has climbed from 80 dollars to 126 in just 6 months. Economist Nouriel Roubini named the rising oil prices as the biggest threat to vulnerable global growth.

Brent rising to 115 dollars, the highest levels since February and crude climbing to 110, the highest in 2 years will specially cripple energy important countries. Rising oil prices coupled with the outflow from emerging markets can derail the global recovery.


Fed already announced that it will go with easy monetary policy until US unemployment rate decreases to 6.5%. Decrease in unemployment depends on economic growth so Fed will likely to consider cutting asset purchase at a later date which will keep also help dollar stay cheap and commodity prices high.

27 Ağustos 2013 Salı

How much Turkey’s central bank care for lira?

- This is the English translation of the original Turkish blog post for The Wall Street Journal published on 8/23/2013 (Prices have been modified with more recent ones)

After the US dollar rockets to above 2,2 Turkish liras, there is still no sign of Turkey’s central bank returning to orthodox policies which makes me believe central bank is more worried about growth and current account than inflation and lira.

Standard Bank’s Tim Ash says “… if the CBRT really cares about the lira. And there is the problem, we are not sure if the CBRT really cares that much about the lira, and inflation, but is more concerned about growth” in a research note.

Now it is obvious that TCB’s main strategy to sell forex to cool down the lira is ineffective. However Governor Erdem Basci insists on using tools such as Reserve Option Coefficient and FX auctions. So it can be concurred that the Central Bank is happy with its policies and where the Turkish lira trades at.


Once we accept Central Bank is happy with the value of Turkish lira, then it is not hard to understand main concern of the bank is to fund gigantic CAD as well as not taking the foot of the growth pedal. Moreover TCB calculated that the increased energy bill in liras – Turkey imports more than 75 percent of the oil processed in refineries – won’t be a problem. The dragging effect of high energy bill on economy will be countered with the rise in exports. 

Marc Faber and Jim Rogers expect a bear market for Turkey

-Original article appeared on 8/27/2013 on WSJ in Turkish

Two of the celebrated and famous investors are expecting a bear market for Turkey. Marc Faber and Jim Rogers are also foreseeing a short term sell off in emerging markets.

One of the most prominent commodity investors in the history who also foresaw the China led rise in emerging markets, Jim Rogers was pretty on the down side for the Turkey.

“We are all going to suffer. Countries with trade deficits will be very suspect since the markets will worry about how they are going to finance the deficits” told Rogers to Wall Street Journal in an interview done over the email.

According to Turkish Statistical Institute Turkey’s trade deficit has exploded to 24 billion USD in last 10 years, increasing 5.5 fold.

The infamous Marc Faber who is also known as Dr.Doom as the publisher of “Gloom, Boom and Doom” report, was also very bearish:
“I am very bearish because it has experienced a colossal property bubble” said Faber to The Wall Street Journal.

As the booming housing market is visible as new skyscrapers reshapes the Istanbul’s skyline, house prices has increased 42 percent according to the Central Bank of Turkey. According to Reidin, an emerging markets real estate research firm, housing prices has gained 50 percent since 2009 dip and more than doubled since 2001.

Both investment gurus thing there will be an outflow from emerging markets which might not last long.
“Emerging markets may begin to outperform the US, which is now rather vulnerable” says Mr. Faber who also adds, “(Jitters) Has little to do with tapering but liquidity is tightening and there was over consumption (trade and current account deficits) in emerging markets.”

Jim Rogers also warns about the rocky markets in couple of years:


“There are going to be market problems in many markets in the next couple of years.”